Dünya'da, özellikle de Avrupa siyasal hayatında popülist ve aşırı sağ söylemler güç kazanmış durumda. İşin korkutucu yanı ise, bu yabancı karşıtı ve aşırı sağ politikaların halk tarafından karşılık buluyor olması. Bunun en somut örneği ise, aşırı söylemleri ve korkutucu vaatleri ile uzun zamandır Amerikan ve Dünya kamuoyunu meşgul eden, başkan adayı Donald Trump.
Amerika'da başkanlık aday adayı olup olamayacağı bile tartışılan Donald Trump şuan Hillary Clinton'la beraber başkanlık için en güçlü iki isimden bir tanesi. Trump kendini bir milyarder, usta bir anlaşmacı ve her şeyi halledecek bir milliyetçi olarak tanımlamakta. Hillary Clinton, Trump'ı "İnsanları kışkırtmak için yabancı düşmanlığı, panaroya, önyargı ve milliyetçiliğe dayalı" demogojik bir çizgi" peşinde koşan biri olarak tanımlamakta.
Ortadoğu ve İslam dünyası hakkında önemli makalelere imza atmış olan Daniel Pipes, bu tarz bir siyasetin Amerikan siyasetinin yanında yöresinde örneği yoksa da başka yerde olduğunu söylüyor: Neofaşizm. Pipes, sağın(milliyetçilik) ve solun(ekonomik olarak güçlü bir devlet) unsurlarını birleştiren yeni bir hareketi tanımlamak için Benito Mussolini tarafından kullanılan terimi 1915 tarihine kadar gitmekte olduğunu söylüyor. Daniel Pipes, "Neofaşizm: Trump Tarzı Siyaset" adlı makalesinde, neofaşizm teriminin faşist unsurlarını kullanan 1945 sonrası şahsiyetler için "faşizmin temel prensiplerini mevcut siyasi sistemin içine yedirme ile karakterize edilen bir hareket olduğunu, ve bunun en önemli temsilcisinin Trump olduğunu ifade ediyor.
Trump kimlerinin ciddiyet radarında olmasa da gerçeği kabul etmek gerekiyor. Söyledikleri ve vaatleri ile ABD toplumunun hiçte küçümsenmeyecek bir kısmının dikkatini çekiyor. Avrupa'da da durum farksız. Almanya'da Merkel iktidarına en büyük tehdit, İslam'a, Avrupa Birliği'ne karşıtlığı ve aşırı sağ politikalarıyla bilinen "Almanya İçin Alternatif" partisi. Hatta Merkel en güçlü olduğunu düşündüğü eyalette ilk yenilgisini aldı bile. Avusturya, Macaristan, Fransa ve Hollanda.. Örnekler çoğalabilir. Fakat ortak nokta aynı: Yabancı karşıtlığı.
Bin Ladin'in ABD'nin kalbine, ikiz kulelere saldırması ile dünyada birçok taş yerinden oynadı. ABD'nin Ortadoğu politikası baştan sona değişti. "Ilımlı İslam" modeli ile başka ülkelerde faaliyet gösteren birçok örgüt bu yolla desteklendi. Buna en büyük örnek ise 15 Temmuz günü askeri unsurları kullanarak darbe girişimine kalkışan Fethullah Gülen Cemaati. Ancak hepsinden öte en önemli okuma şu olsa gerek. 11 Eylül 2001'deki saldırı yeni bir siyasi, sosyolojik ve iktisadi dönemin kapısını araladı: İslamafobi. Tam bu algı kırılmaya başladı ki, tüm dünyanın başına IŞİD denen kabus çöktü. 2010 yılında başlayan ve hala etkisini sürdüren Arap Baharı ve IŞİD'in zulmünden kaçan binlerce insan, Avrupa'nın çeşitli ülkelerine mülteci olarak gitmek zorunda kaldılar. Ve Avrupa'nın tezi yine aynı: İslam korkusu.
Yeniden, yeni bir sosyolojik ve siyasi dönem bize göz kırpıyor. Eski dönemin getirdiği değerler, artık siyasetin ve toplumun arzularına kulak veremiyor. Kapının ardındaki bu dönem insanlıktan neleri alıp, neleri yerine koyacak zaman gösterecek. Ama şu bir gerçek ki gelecek pek de parlak gözükmüyor.
Amerika'da başkanlık aday adayı olup olamayacağı bile tartışılan Donald Trump şuan Hillary Clinton'la beraber başkanlık için en güçlü iki isimden bir tanesi. Trump kendini bir milyarder, usta bir anlaşmacı ve her şeyi halledecek bir milliyetçi olarak tanımlamakta. Hillary Clinton, Trump'ı "İnsanları kışkırtmak için yabancı düşmanlığı, panaroya, önyargı ve milliyetçiliğe dayalı" demogojik bir çizgi" peşinde koşan biri olarak tanımlamakta.
Ortadoğu ve İslam dünyası hakkında önemli makalelere imza atmış olan Daniel Pipes, bu tarz bir siyasetin Amerikan siyasetinin yanında yöresinde örneği yoksa da başka yerde olduğunu söylüyor: Neofaşizm. Pipes, sağın(milliyetçilik) ve solun(ekonomik olarak güçlü bir devlet) unsurlarını birleştiren yeni bir hareketi tanımlamak için Benito Mussolini tarafından kullanılan terimi 1915 tarihine kadar gitmekte olduğunu söylüyor. Daniel Pipes, "Neofaşizm: Trump Tarzı Siyaset" adlı makalesinde, neofaşizm teriminin faşist unsurlarını kullanan 1945 sonrası şahsiyetler için "faşizmin temel prensiplerini mevcut siyasi sistemin içine yedirme ile karakterize edilen bir hareket olduğunu, ve bunun en önemli temsilcisinin Trump olduğunu ifade ediyor.
Trump kimlerinin ciddiyet radarında olmasa da gerçeği kabul etmek gerekiyor. Söyledikleri ve vaatleri ile ABD toplumunun hiçte küçümsenmeyecek bir kısmının dikkatini çekiyor. Avrupa'da da durum farksız. Almanya'da Merkel iktidarına en büyük tehdit, İslam'a, Avrupa Birliği'ne karşıtlığı ve aşırı sağ politikalarıyla bilinen "Almanya İçin Alternatif" partisi. Hatta Merkel en güçlü olduğunu düşündüğü eyalette ilk yenilgisini aldı bile. Avusturya, Macaristan, Fransa ve Hollanda.. Örnekler çoğalabilir. Fakat ortak nokta aynı: Yabancı karşıtlığı.
Bin Ladin'in ABD'nin kalbine, ikiz kulelere saldırması ile dünyada birçok taş yerinden oynadı. ABD'nin Ortadoğu politikası baştan sona değişti. "Ilımlı İslam" modeli ile başka ülkelerde faaliyet gösteren birçok örgüt bu yolla desteklendi. Buna en büyük örnek ise 15 Temmuz günü askeri unsurları kullanarak darbe girişimine kalkışan Fethullah Gülen Cemaati. Ancak hepsinden öte en önemli okuma şu olsa gerek. 11 Eylül 2001'deki saldırı yeni bir siyasi, sosyolojik ve iktisadi dönemin kapısını araladı: İslamafobi. Tam bu algı kırılmaya başladı ki, tüm dünyanın başına IŞİD denen kabus çöktü. 2010 yılında başlayan ve hala etkisini sürdüren Arap Baharı ve IŞİD'in zulmünden kaçan binlerce insan, Avrupa'nın çeşitli ülkelerine mülteci olarak gitmek zorunda kaldılar. Ve Avrupa'nın tezi yine aynı: İslam korkusu.
Yeniden, yeni bir sosyolojik ve siyasi dönem bize göz kırpıyor. Eski dönemin getirdiği değerler, artık siyasetin ve toplumun arzularına kulak veremiyor. Kapının ardındaki bu dönem insanlıktan neleri alıp, neleri yerine koyacak zaman gösterecek. Ama şu bir gerçek ki gelecek pek de parlak gözükmüyor.
Yorumlar
Yorum Gönder